40 / MU'MİN - 1
Hâ mîm.
Hâ, Mîm.
40 / MU'MİN - 2
Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil alîm(alîmi).
Bu Kitab'ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm olan (en iyi bilen) Allah'tandır (Allah tarafındandır).
40 / MU'MİN - 3
Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil masîr(masîru).
(O ki) günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem sahibi olandır. O'ndan başka İlâh yoktur. Dönüş, O'nadır.
40 / MU'MİN - 4
Mâ yucâdilu fî âyâtillâhi illellezîne keferû fe lâ yagrurke tekallubuhum fîl bilâd(bilâdi).
Kâfirlerden başkası, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele etmez. Artık onların şehirlerde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
40 / MU'MİN - 5
Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
Onlardan önce Nuh (A.S)'ın kavmi ve onlardan sonra da (başka) fırkalar, (resûllerini) yalanladılar. Ve bütün ümmetler, onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler. Hakkı, bâtılla yok etmek için mücâdele ettiler. Sonunda Ben, onları yakaladım. O zaman Benim ikabım (cezam) nasıl oldu?
40 / MU'MİN - 6
Ve kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne keferû ennehum ashâbun nâr(nâri).
Ve işte böylece Rabbinin "onların mutlaka (muhakkak) ateş ehli olduğu" sözü, kâfirlerin üzerine hak oldu.
40 / MU'MİN - 7
Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
40 / MU'MİN - 8
Rabbenâ ve edhilhum cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onlara vaadettiğin adn cennetlerine, onları ve onların babalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden salâha ulaşanları dahil et. Muhakkak ki Sen, Sen Azîz'sin, Hakîm'sin (hüküm ve hikmet sahibisin).
40 / MU'MİN - 9
Vekıhimus seyyiât(seyyiâti), ve men tekıs seyyiâti yevme izin fe kad rahimteh(rahimtehu) ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onları kötülüklerden koru. Ve Sen, kimi izin günü seyyiatlerden (günahlardan) korursan o zaman onlara rahmet etmiş olursun. Ve işte o, fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
40 / MU'MİN - 10
İnnellezîne keferû yunâdevne le maktullâhi ekberu min maktikum enfusekum iz tud’avne ilel îmâni fe tekfurûn(tekfurûne).
İnkâr edenlere mutlaka nida edilir (seslenilir): "Muhakkak ki Allah'ın gadabı, sizin nefslerinize (birbirinize) olan gadabınızdan daha büyüktür. Îmâna davet edildiğiniz zaman siz inkâr ediyordunuz."
40 / MU'MİN - 11
Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl(sebîlin).
(Kâfirler) dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin, böylece günahlarımızı itiraf ettik. Artık (buradan) çıkmaya bir yol var mı?"
40 / MU'MİN - 12
Zâlikum bi ennehû izâ duiyallâhu vahdehu kefertum, ve in yuşrek bihî tu’minû, fel hukmu lillâhil aliyyil kebîr(kebîri).
Bu, sizin tek olan Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr etmeniz sebebiyledir. Ve O'na (Allah'a) şirk koşulunca inanıyordunuz. Artık hüküm, Yüce ve Büyük olan Allah'a aittir.
40 / MU'MİN - 13
Huvellezî yurîkum âyâtihî ve yunezzilu lekum mines semâi rızkâ(rızkan), ve mâ yetezekkeru illâ men yunîb(yunîbu).
O (Allah)tır ki, âyetlerini size gösterir ve sizin için gökten rızık indirir. Bunu münib olandan (Allah'a yönelenden) başkası tezekkür etmez (edemez).
40 / MU'MİN - 14
Fed’ûllâhe muhlisîne lehud dîne ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Öyleyse dîni, O'na halis kılarak Allah'a davet edin. Kâfirler kerih görse de.
40 / MU'MİN - 15
Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
40 / MU'MİN - 16
Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulkul yevm(yevme), lillâhil vâhidil kahhâr(kahhâri).
Onların bariz olduğu (ortaya çıktığı) gün onlardan (hiç)bir şey Allah'a gizli kalmaz. O gün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah'ındır.
40 / MU'MİN - 17
El yevme tuczâ kullu nefsin bimâ kesebet, lâ zulmel yevm(yevme), innallâhe serîul hisâb(hisâbi).
Bugün bütün nefsler (herkes), kazandıkları sebebiyle cezalandırılır veya mükâfatlandırılır (karşılığı verilir). Bugün zulüm yoktur. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
40 / MU'MİN - 18
Ve enzirhum yevmel âzifeti izil kulûbu ledel hanâciri kâzımîn(kâzımîne), mâ liz zâlimîne min hamîmin ve lâ şefîin yutâu.
Ve yaklaşan gün (kıyâmet günü) konusunda onları uyar. O zaman kalpler, korku ile hançerelere gelir (can boğaza gelir). Zalimler için yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur.
40 / MU'MİN - 19
Ya’lemu hâinetel a’yuni ve mâ tuhfîs sudûr(sudûru).
(Allah), gözlerin hainliklerini ve sinelerin gizlediği şeyleri bilir.
40 / MU'MİN - 20
Vallâhu yakdî bil hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yakdûne bi şey’in, innallâhe huves semîul basîr(basîru).
Ve Allah, hak ile hükmeder. O'ndan başka taptıkları, bir şey hakkında hüküm veremezler. Muhakkak ki Allah; O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
40 / MU'MİN - 21
E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkibetullezîne kânû min kablihim, kânû hum eşedde min hum kuvveten ve âsâran fîl ardı fe ehazehumullâhu bi zunûbihim ve mâ kâne lehum minallâhi min vâk(vâkın).
Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu, baksınlar. Onlar yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından, kendilerinden daha üstündüler. Fakat Allah, onları günahları sebebiyle aldı (öldürdü). Ve onlar için (onları), Allah'a karşı koruyacak hiç kimse olmadı.
40 / MU'MİN - 22
Zâlike bi ennehum kânet te’tîhim rusuluhum bil beyyinâti fe keferû fe ehazehumullâh(ehazehumullâhu), innehu kaviyyun şedîdul ikâb(ikâbi).
İşte bu, onlara resûller beyyinelerle gelmiş olduğu halde, inkâr etmeleri sebebiyledir. Böylece Allah onları yakaladı. Muhakkak ki O, kuvvetlidir ve ikabı (cezası) şiddetlidir.
40 / MU'MİN - 23
Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn(mubînin).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'ı âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (delil, mucize ve kitap ile) gönderdik.
40 / MU'MİN - 24
İlâ fir’avne ve hâmâne ve kârûne fe kâlû sâhirun kezzâb(kezzâbun).
Firavuna ve Haman'a ve Karun'a (gönderdik). Fakat onlar: "Yalanlayan bir büyücüdür." dediler.
40 / MU'MİN - 25
Fe lemmâ câehum bil hakkı min indinâ kâlûktulû ebnâellezîne âmenû meahu vestahyû nisâehum, ve mâ keydul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Böylece onlara katımızdan hak ile geldiği zaman: "Âmenû olanların oğullarını, kendileriyle beraber katledin (öldürün). Ve kadınlarını canlı bırakın!" dediler. Kâfirlerin tuzağı (hilesi) dalâletten başka birşey değildir.
40 / MU'MİN - 26
Ve kâle fir’avnu zerûnî aktul mûsâ vel yed’u rabbeh(rabbehu), innî ehâfu en yubeddile dînekum ev en yuzhire fîl ardıl fesâd(fesâde).
Ve firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim ve o, Rabbine dua etsin. Gerçekten ben, (onun) sizin dîninizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat çıkmasından korkuyorum."
40 / MU'MİN - 27
Ve kâle mûsâ innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin lâ yû’minu bi yevmil hisâb(hisâbi).
Ve Hz. Musa dedi ki: "Muhakkak ki ben, hesap gününe inanmayan, kibirlenenlerin hepsinden, senin de Rabbin olan Rabbime sığınırım."
40 / MU'MİN - 28
Ve kâle raculun mû’minun min âli fir’avne yektumu îmânehû e taktulûne raculen en yekûle rabbiyallâhu ve kad câekum bil beyyinâti min rabbikum, ve in yeku kâziben fe aleyhi kezibuh(kezibuhu), ve in yeku sâdikan yusibkum ba’dullezî yeidukum, innallâhe lâ yehdî men huve musrifun kezzâb(kezzâbun).
Ve firavun ailesinden îmânını gizleyen mü'min bir adam şöyle dedi: "Bir adamı, 'Rabbim Allah'tır.' demesinden dolayı mı öldüreceksiniz? Ve o, Rabbinizden size beyyineler (belgeler, deliller) ile geldi. Eğer yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Ve eğer sadık (doğru söyleyen) ise vaadettiklerinin bir kısmı size isabet edecektir. Muhakkak ki Allah, çok yalan söyleyen, haddı aşan kişiyi hidayete erdirmez."
40 / MU'MİN - 29
Yâ kavmi lekumul mulkul yevme zâhirîne fîl ardı fe men yensurunâ min be’sillâhi in câenâ, kâle fir’avnu mâ urîkum illâ mâ erâ ve mâ ehdîkum illâ sebîler reşâd(reşâdi).
(O adam dedi ki): "Ey kavmim! Bugün mülk sizindir, yeryüzünde kuvvetlisiniz. Ama Allah'ın şiddetli azabı bize geldiğinde, size kim yardım edecek?" Firavun (da) şöyle dedi: "Size gösterdiğim şey sadece benim görüşümdür. Ve ben, sizi irşad yolundan başkasına hidayet etmem (ulaştırmam)."
40 / MU'MİN - 30
Ve kâlellezî âmene yâ kavmi innî ehâfu aleykum misle yevmil ahzâb(ahzâbi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim, muhakkak ki ben, ahzab günü (fırkalara ayrılmışların günü) gibi bir günün, size (gelmesinden) korkuyorum!"
40 / MU'MİN - 31
Misle de’bi kavmi nûhın ve âdin ve semûde vellezîne min ba’dihim, ve mâllâhu yurîdu zulmen lil ibâd(ibâdi).
Nuh, Adin ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonraki kavimlerin durumu gibi. Ve Allah, kulları için zulüm dilemez.
40 / MU'MİN - 32
Ve yâ kavmi innî ehâfu aleykum yevmet tenâd(tenâdi).
Ve ey kavmim, muhakkak ki ben, sizin için feryat gününden (kıyâmet gününden) korkuyorum!
40 / MU'MİN - 33
Yevme tuvellûne mudbirîn(mudbirîne), mâ lekum minallâhi min âsım(âsımin) ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Arkanızı dönüp kaçacağınız gün sizin için Allah'tan (Allah dostlarından) bir koruyucu yoktur. Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi yoktur.
40 / MU'MİN - 34
Ve lekad câekum yûsufu min kablu bil beyyinâti fe mâ ziltum fî şekkin mimmâ câekum bih(bihî), hattâ izâ heleke kultum len yeb’asallâhu min ba’dihî resûlâ(resûlen), kezâlike yudıllullâhu men huve musrifun murtâb(murtâbun).
Ve andolsun ki daha önce Yusuf (A.S) size beyyineler (deliller) ile geldi. Fakat size getirdiği şeyden şüphe içinde olmanız zail olmadı. Hatta (o) helâk olduğu zaman: "Ondan sonra Allah asla başka resûl beas etmez (göndermez)." dediniz. Allah haddi aşan şüphecileri işte böyle dalâlette bırakır.
40 / MU'MİN - 35
Ellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, kebure makten indallâhi ve indellezîne âmenû, kezâlike yatbaullâhu alâ kulli kalbi mutekebbirin cebbâr(cebbârin).
Onlar kendilerine bir sultan (bir delil) gelmediği halde, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele ederler. Gadap, Allah'ın ve âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) indinde büyük oldu. Allah bütün zorba mütekebbirlerin kalbinin üzerini işte böyle tabeder (açılmamak üzere mühürler).
40 / MU'MİN - 36
Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb(esbâbe).
Ve firavun şöyle dedi: "Ey Haman! Benim için yüksek bir kule inşa et. Umulur ki böylece sebeplere (hedeflere) ulaşırım."
40 / MU'MİN - 37
Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb(tebâbin).
"Göklerin sebeplerine (yollarına) (ulaşırım), böylece Musa'nın İlâhı'na muttali olurum. Muhakkak ki ben, onun yalancı olduğunu zannediyorum." Ve işte böylece firavuna kötü ameli süslendi. Ve böylece yoldan saptırıldı. Ve firavunun hilesi hüsrandan başka birşey olmadı.
40 / MU'MİN - 38
Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
40 / MU'MİN - 39
Yâ kavmi innemâ hâzihil hayâtud dunyâ metâun ve innel âhirete hiye dârul karâr(karâri).
Ey kavmim! Bu dünya hayatı, sadece (geçici) bir metadır (faydalanmadır). Ve muhakkak ki ahiret karar kılınacak (devamlı kalınacak) yerdir.
40 / MU'MİN - 40
Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
40 / MU'MİN - 41
Ve yâ kavmi mâ lî ed’ûkum ilen necâti ve ted’ûnenî ilen nâr(nâri).
Ve ey kavmim! Benim için nasıl bir hal ki, ben sizi kurtuluşa çağırıyorum ve siz, beni ateşe çağırıyorsunuz.
40 / MU'MİN - 42
Ted’ûnenî li ekfure billâhi ve uşrike bihî mâ leyse lî bihî ilmun ve ene ed’ûkum ilel azîzil gaffâr(gaffâri).
Siz beni, Allah'ı inkâra ve hakkında ilmim olmayan bir şeyi, O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ve ben, sizi Azîz ve Gaffar Olan'a (Allah'a) çağırıyorum.
40 / MU'MİN - 43
Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl âhireti ve enne mereddenâ ilâllâhi ve ennel musrifîne hum ashâbun nâr(nâri).
Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun (o putun), dünyada ve ahirette bir daveti (yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz Allah'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi aşanlar), onlar, ateş ehlidir.
40 / MU'MİN - 44
Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah'a havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.
40 / MU'MİN - 45
Fe vekâhullâhu seyyiâti mâ mekerû ve hâka bi âli fir’avne sûul azâb(azâbi).
Böylece Allah, onların yaptığı hilelerin kötülüklerinden onu korudu. Ve firavun ailesini, azabın kötüsü kuşattı.
40 / MU'MİN - 46
En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ(aşiyyen) ve yevme tekûmus sâah(sâatu), edhılû âle firavne eşeddel azâb(azâbi).
O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).
40 / MU'MİN - 47
Ve iz yetehâccûne fîn nâri fe yekûlud duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ nasîben minen nâr(nâri).
Ve onlar ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar kibirlenenlere: "Gerçekten biz size tâbî olduk. Şimdi siz, ateşten nasibimizi bizden giderebilir misiniz?" derler.
40 / MU'MİN - 48
Kâlellezî nestekberû innâ kullun fîhâ innallâhe kad hakeme beynel ibâd(ibâdi).
Kibirlenenler dedi ki: "Muhakkak ki biz hepimiz, onun (ateşin) içindeyiz. Allah mutlaka kulları arasında hüküm vermiştir."
40 / MU'MİN - 49
Ve kâlellezîne fîn nâri li hazeneti cehennemed’û rabbekum yuhaffif annâ yevmen minel azâb(azâbi).
Ve ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine şöyle dediler: "Rabbinize dua edin. Azaptan bir günü bize hafifletsin."
40 / MU'MİN - 50
Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum bil beyyinât(beyyinâti), kâlû belâ, kâlû fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
(Cehennem bekçileri) dediler ki: "Resûlleriniz, size beyyineler ile gelmediler mi?" "Evet." dediler. (Bekçiler): "Öyleyse siz dua edin (siz yalvarın) dediler." Kâfirlerin duası, sadece dalâlettir (dalâletin içindedir).
40 / MU'MİN - 51
İnnâ le nensuru rusulenâ vellezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ ve yevme yekûmul eşhâd(eşhâdu).
Muhakkak ki Biz, resûllerimize ve âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı dileyenlere) ve dünya hayatında şahitlerin kaim olacağı (bulunacağı) gün mutlaka yardım edeceğiz.
40 / MU'MİN - 52
Yevme lâ yenfeuz zâlimîne ma’ziretuhum ve lehumullâ’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Zalimlere mazeretlerin fayda vermeyeceği gün, lânet ve kötü yurt onlar içindir.
40 / MU'MİN - 53
Ve lekad âteynâ mûsel hudâ ve evresnâ benî isrâîlel kitâb(kitâbe).
Ve andolsun ki Musa'ya hidayet verdik. Ve Benî İsrail'i, kitaba varis kıldık.
40 / MU'MİN - 54
Huden ve zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
Ulûl'elbab için hidayet ve zikir olarak.
40 / MU'MİN - 55
Fasbir inne va’dallâhi hakkun vestagfir li zenbike ve sebbih bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri).
Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Ve günahların için mağfiret dile. Akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
40 / MU'MİN - 56
İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr(basîru).
Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan (delil) olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sinelerinde sadece (Allah'a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık Allah'a sığın, muhakkak ki O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
40 / MU'MİN - 57
Le halkus semâvâti vel ardı ekberu min halkın nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışından muhakkak ki daha büyüktür. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
40 / MU'MİN - 58
Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîru vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve lel musîu, kalîlen mâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
Ve kör ile basiret sahibi bir olmaz. Ve de âmenû olup salih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlerle kötülük yapanlar da (bir olmaz). Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.
40 / MU'MİN - 59
İnnes sâate le âtiyetun lâ reybe fîhâ ve lâkinne ekseren nâsi lâ yû’minûn(yû’minûne).
Muhakkak ki hakkında şüphe olmayan o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Ve lâkin insanların çoğu inanmazlar.
40 / MU'MİN - 60
Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn(dâhırîne).
Ve Rabbimiz, şöyle buyurdu: "Bana dua ediniz ki size icabet edeyim. Bana kul olmaktan kibirlenenler, muhakkak ki hakir ve zelil olarak cehenneme girecekler."
40 / MU'MİN - 61
Allâhullezî ceale lekumul leyle li teskunû fîhi ven nehâre mubsırâ(mubsıren), innallâhe le zû fadlin alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
O Allah ki, size geceyi içinde sükûn bulmanız için gündüzü de gösterici (aydınlık) kıldı. Muhakkak ki Allah, insanlar üzerinde mutlaka fazl sahibidir. Ve lâkin insanların çoğu şükretmezler.
40 / MU'MİN - 62
Zâlikumullâhu rabbukum hâliku kulli şey’in lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn(tû’fekûne).
İşte o Allah ki, sizin Rabbinizdir. Herşeyi Yaratan'dır. O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?
40 / MU'MİN - 63
Kezâlike yu’fekullezîne kânû bi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne).
Allah'ın âyetlerini bilerek, inatla inkâr edenler, işte böyle döndürülürler.
40 / MU'MİN - 64
Allâhullezî ceale lekumul arda karâren ves semâe binâen ve savverekum fe ahsene suverekum ve razakakum minet tayyibât(tayyibâti), zâlikumullâhu rabbukum, fe tebârekallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
O Allah ki, yeryüzünü sizin için karar (yerleşme) yeri kıldı. Ve semayı bina etti. Ve sizi tasvir etti (suret verdi). Sonra suretlerinizi ahsen kıldı (güzelleştirdi). Ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi; Allah, Mübarek'tir (yücedir).
40 / MU'MİN - 65
Huvel hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehud dîn(dîne), el hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
O, Hayy'dır (hayatta olan). O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse dîni O'na halis kılarak (Allah'a) dua edin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
40 / MU'MİN - 66
Kul innî nuhîtu en a’budellezîne ted’ûne min dûnillâhi lemmâ câeniyel beyyinâtu min rabbî ve umirtu en uslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
De ki: "Muhakkak ki ben sizin, Allah'tan başka taptıklarınıza kul olmaktan men edildim, bana Rabbimden beyyineler (deliller) geldiği için. Ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla (ruhumu, vechimi, nefsimi ve irademi Allah'a teslim etmekle) emrolundum."
40 / MU'MİN - 67
Huvellezî halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe yuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ(şuyûhan), ve minkum men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
O ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan (rahim duvarına asılı bir damladan). Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı, ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir (öldürülür). Ve (bir kısmınızın da) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz.
40 / MU'MİN - 68
Huvellezî yuhyî ve yumît(yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Hayat veren de öldüren de O'dur. O, bir işe hükmettiği (karar verdiği) zaman ona sadece "Ol!" der. Ve o, hemen olur.
40 / MU'MİN - 69
E lem tere ilellezîne yucâdilûne fî âyâtillâh(âyâtillâhi), ennâ yusrafûn(yusrafûne).
Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele edenleri görmedin mi? Onlar nasıl döndürülüyorlar.
40 / MU'MİN - 70
Ellezîne kezzebû bil kitâbi ve bimâ erselnâ bihî rusulenâ, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlar, Kitabı ve resûllerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Fakat yakında bilecekler (öğrenecekler).
40 / MU'MİN - 71
İzil aglâlu fî a’nâkıhim ves selâsil(selâsilu), yushabûn(yushabûne).
Onlar, boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde sürüklenecekler.
40 / MU'MİN - 72
Fîl hamîmi summe fîn nâri yuscerûn(yuscerûne).
Onlar kaynar suya sokulacaklar, sonra da ateşte tutuşturulacaklar (yakılacaklar).
40 / MU'MİN - 73
Summe kîle lehum eyne mâ kuntum tuşrikûn(tuşrikûne).
Sonra onlara: "Sizin şirk koşmuş olduğunuz şeyler nerede?" denir.
40 / MU'MİN - 74
Min dûnillâh(dûnillâhi), kâlû dallû annâ bel lem nekun ned’û min kablu şey’â(şey’en), kezâlike yudıllullâhul kâfirîn(kâfirîne).
Allah'tan başka. (Cehennemdekiler de) derler ki: "Onlar bizden saptılar (uzaklaştılar). Hayır, (meğer) biz daha önce (hiç) bir şeye tapmamışız. Allah, kâfirleri işte böyle dalâlette bırakır."
40 / MU'MİN - 75
Zâlikum bimâ kuntum tefrehûne fîl ardı bi gayril hakkı ve bimâ kuntum temrehûn(temrehûne).
İşte bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve azmanız sebebiyledir.
40 / MU'MİN - 76
Udhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Ebediyyen orada kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Artık kibirlenenlerin kalacakları yer ne kötü.
40 / MU'MİN - 77
Fasbir inne va’dallâhi hakk(hakkun), fe immâ nuriyenneke ba’dallezî neıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ yurceûn(yurceûne).
Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Onlara vaadettiklerimizin (azabın), bir kısmını sana gösteririz veya seni (daha önce) öldürürüz. Sonunda onlar Bize döndürülecekler.
40 / MU'MİN - 78
Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyk(aleyke), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasire hunâlikel mubtılûn(mubtılûne).
Ve andolsun ki senden önce (de) resûller gönderdik. Onlardan bir kısmını sana anlattık ve bir kısmını sana anlatmadık. Allah'ın izni olmadan bir resûlün âyet getirmesi olamaz. Artık Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hükmedilmiş olur. Ve bâtılı isteyenler, orada hüsran uğramışlardır.
40 / MU'MİN - 79
Allâhullezî ceale lekumul en’âme li terkebû minhâ ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
O Allah ki, "onun üzerine binin ve onun (etinden) yeyin" diye sizin için hayvanlar var etti.
40 / MU'MİN - 80
Ve lekum fîhâ menâfiu ve li teblugû aleyhâ hâceten fî sudûrikum ve aleyhâ ve alel fulki tuhmelûn(tuhmelûne).
Ve onda (hayvanlarda) sizin için menfaatler (faydalar) vardır. Ve onun üzerinde, gönüllerinizdeki hacetlere (gideceğiniz yerlere) ulaşmanız için. Onların (hayvanların) ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.
40 / MU'MİN - 81
Ve yurîkum âyâtihî fe eyye âyâtillâhi tunkirûn(tunkirûne).
Ve (Allah) size âyetlerini gösteriyor. Öyleyse Allah'ın hangi âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
40 / MU'MİN - 82
E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, kânû eksere minhum ve eşedde kuvveten ve âsâren fîl ardı femâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı ki? Onlardan öncekilerin akıbetleri nasıl oldu baksınlar. Ve onların çoğu, kuvvet ve eserler bakımından yeryüzünde kendilerinden daha üstündüler. Fakat kazanmış oldukları şeyler, onlara fayda vermedi.
40 / MU'MİN - 83
Fe lemmâ câethum rusuluhum bil beyyinâti ferihû bimâ indehum minel ilmi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Onlara resûlleri beyyinelerle geldiği zaman yanlarındaki ilim sebebiyle şımardılar. Ve alay etmiş oldukları şey onları kuşattı.
40 / MU'MİN - 84
Fe lemmâ reev be’senâ kâlû âmennâ billâhi vahdehu ve kefernâ bimâ kunnâ bihî muşrikîn(muşrikîne).
Bizim şiddetli azabımızı gördükleri zaman: "Allah'a ve O'nun Tek'liğine îmân ettik. Ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik." dediler.
40 / MU'MİN - 85
Fe lem yeku yenfeuhum îmânuhum lemmâ reev be’senâ, sunnetâllahilletî kad halet fî ibâdih(ibâdihî), ve hasire hunâlikel kâfirûn(kâfirûne).
Şiddetli azabımızı gördükleri zaman artık onların îmânı, onlara bir fayda vermedi. Allah'ın, kulları hakkındaki gelip geçen sünneti (kanunu) budur. Kâfirler orada hüsrana uğradılar.
|